Aşk Üzerine/Sağlıklı ve Patolojik Aşk

 Aşk:

Üzerine şiirler, destanlar yazılan, şarkılar söylenen, gerek edebi gerek bilimsel her alana konu olan ama genel geçer bir tanımı asla yapılamayan, kişiye özgü yaşanan, bazen patolojik bazense insanı, insan olma yolculuğunda bir üst aşamaya taşıyan, belkide dünyada gerçek olan tek şey.


Ben bu yazımda kendi tecrübelerimle beraber aşk üzerine öğrendiğim, okuduğum birçok şeyin zihnimde, yüreğimde harmanlanmış halini ortaya koymak, belki farklı bir bakış açısı kazandırmak istiyorum sizlere, belkide yazarken birçok şeyi fark edecek olan kendime. :) Elbette buradaki düşüncelerin hepsi bana ait, sizler aşka çok farklı bir yerden bakıp yazımı eleştirebilir ya da katılmayabilirsiniz, hatta bence eleştirin de :) Okuduğunuz, duyduğunuz, öğrendiğiniz her şeyi eleştirin, sorgulayın ki kendi özgün fikirleriniz oluşsun. İşte bu yazımın aşk üzerine yazılan, anlatılan diğer yazılardan ve düşüncelerden farkı size bir kesinlik sunma, sizi bir şeye inandırmaya çalışma amacı gütmemesidir. Amacım yalnızca bir nebze olsun düşünmeyi, sorgulamayı ve farkındalık oluşturmayı sağlamak. 

Aşk üzerine çok fazla kalıp bilgi mevcut: Bir erkeği/kadını kendine aşık etmenin yolları, aşıksa şöyle davranır, böyle davranmıyorsa aşık değildir gibi.. Ben bu tarz yaklaşımlara fazlasıyla mesafeliyim ve ilişkileri de insanları da tek tipleştirdiğini düşünüyorum. Halbuki her ilişki, her aşk kendi içinde çok çok özeldir. Her kadının/erkeğin, her çiftin, hayattaki sorumlulukları, yaşam tarzları, ailevi yapıları, büyüdükleri ortam, hayat felsefeleri, inançları ve daha birçok özellikleri birbirinden çok farklıdır ve durum buyken hiçbir ilişki için basmakalıp, tek tip görüşler, öneriler beyan edilemez.

Daha önce aşk kelimesini çok travmatik bulurdum. Sevginin daha gerçek ve kalıcı olduğunu düşünürdüm. Aşkın sağlıklı bir duygu olmadığını, insanı kör karanlıklara sürükleyebilecek kadar yoğun bir duygu seli yarattığını ve bu yoğun duygularımızın ya hormonel ya da travmalarımızın açığa çıkma şekli olduğuna inanırdım. Hormonel kısmı zaten çoğumuz biliyoruzdur. Feromonlarınızın (feromonlar hakkında bilgi ve farkındalık için linke tıklayabilirsiniz)https://www.hakanbuzoglu.com/kizamik-rubeola/244-dermatoloji/terleme-asiri-terleme-tedavileri/1211-vucut-kokusu-feromonlar uyuştuğu her insana karşı hissedilebilecek geçici, daha çok cinsel bir güdüdür ve ne yazık ki çoğu kişi bunu aşk zannederek büyük hatalara sürüklenir, yaşanan o heyecanı, adrenalini aşk duygusuyla karıştırır, belki evliliklerini sonlandırır, belki aldatma yoluna gider ve genelde büyük bir çoğunluğu daha sonra duygularının aşk olmadığını fark ederler ve büyük pişmanlıklar yaşarlar. 

Travmatik bulduğum kısmıysa; kişiler (eğer bilinçli ve sağlıklı bir tercih değilse) çoğunlukla geçmiş travmalarına bağlı tercihler yaparlar. Büyüdükleri ortam sağlıksız, huzursuz, mutsuz da olsa sırf alıştıkları ve güvenli alan olarak gördükleri için kendilerine benzer ortamı sunacak kişiyi gidip bulurlar. Böyle olunca da elbetteki sağlıksız, huzursuz ve mutsuz bir ilişki olur. Ben de daha önce, bu ve benzeri sebeplerden dolayı sanırım saplantılı, fazla yüksek dozajlı bir duygu olarak görüyordum aşkı. 


Farkındaysanız hep di'li geçmiş zaman kullandım çünkü bu konu hakkındaki fikirlerim değişti. Biliyorsunuz ki "değişmeyen tek şey değişimin kendisidir." :) Sabit fikirlilik ve değişimle alakalı ayrı bir yazı da paylaşacağız yakın zamanda. Şimdilik aşk konusuyla devam edelim :)

Bir gün felsefe yüksek lisansta eğitim gören yakın dostumun davetiyle, aşka psikolojik ve felsefi bakış konulu bir seminere katıldım ve aşkla ilgili düşüncelerim bu seminerden sonra değişime uğradı. Hep soruyordum kendime "Eğer aşk, sağlıksız bir duyguysa ve özel ilişkimizde beslememiz gereken doğru duygu yalnızca sevgiyse o halde özel ilişkimizi diğer ilişkilerden ayıran faktör nedir?" diye. Buna cinsellik cevabını verecek olursam, daha öncede bahsettiğim feromonlarımızın uyuştuğu her kişiye hissedebileceğimiz bir güdünün bizim için çok özel, değerli, canımızın parçası gibi gördüğümüz bir kişiyi özel yapan tek neden olması imkansızdı. O halde cevap başka bir şey olmalıydı. Seminerdeki psikiyatr bu konuda zihnimi aydınlattı. Aşkı ikiye ayırdı: Sağlıklı ve patolojik aşk.

Artık aşka yalnızca sağlıksız bir duygu olarak bakmıyordum. Aşk sağlıklı olduğunda, birbirini besleyen, emek dolu, çiçek gibi büyütülmüş, zaman ayrılmış, doygun, yüce bir duygu; sağlıksız olduğundaysa, o kişiyi neden sevdiğini dahi bilmediğin, sorunlarla ve cevapsız sorularla dolu, birbirini anlamaktan uzak, saplantılı, alışkanlık halini almış bir duygu açığa çıkıyordu.



Bir ilişkide; sürekli mutlu olmak ya da haz duymak, sürekli eğlenmek, gülmek, sürekli ilgi alaka, sürekli bir temas hali, romantik sürprizler, pahalı hediyeler, 14 Şubat kutlamaları, fotoğraf çekilip sosyal medyada sürekli paylaşıp mutluluğunu sergilemek, pamuk şeker, kağıt helva ve balon üçlüsüyle el ele sahilde yürümek, kendi hayatın yokmuşcasına sürekli o kişinin hayatıyla ilgilenmek, sürekli aşk sözcükleri söylemek, kısacası o dizilerde, filmlerde gördüğümüz çoğu eylem değildir aşk. Elbette bunlar da yapılabilir, ancak böyle beklentiler içerisine girilip karşı tarafı bu eylemlere zorlayarak ya da bu eylemler olmazsa sanki aşk olamazmışcasına davranarak değil! Aşık olduğunuz kişiyle; doğaçlama olarak, hiçbir beklenti, baskı olmadan bu eylemler yapıldığında elbette güzeldir,  yapılabilir. Ancak yapılmıyor diye ortada aşk yok demek aşkı da kapitalist sisteme kurban etmek demek bence.. 

Bu ve bunun gibi beklentiler aşkı samimi, içten, otantik(orijinal), kendine özgü halinden soyutlayıp samimiyetten uzak, görevlerle çerçevelenmiş, tek tip, sıradan bir hale sokuyor. Öyle bir sistem içerisindeyiz ki aşk gibi yüce bir duygu bile bu sistem içinde eriyip adeta bir gösteri unsuruna çevrilmiş durumda. Aşkınızı bu sisteme kurban etmeyin derim..

Sıradanlaştırılmış, tek tip aşk kalıplarına değindikten sonra patolojik ve sağlıklı aşk arasındaki farklara değinmek istiyorum.


Patolojik bir aşkta; iki taraf birbirine bağlı değil bağımlıdır. Bağlılık ile bağımlılık birbirinden çok farklıdır. Bağlılıkta sevgiden, birbirine verilen değer ve emekten doğan bir bağ vardır. Bağımlılıkta ise; kişiler anlık hissedilen, yoğun bir sevgi duygusundan(ki bu sevgi midir tartışılır) dolayı, ilişkide mutsuz, huzursuz, özellikle kendileri olarak var olamadan yaşasalar bile ilişki üzerine sağlıklı bir konuşma gerçekleştirmez, kendi karakterlerini ortaya koyamaz, anlaşamadıkları mutsuz oldukları noktada dahi sağlıklı bir şekilde ayrılma kararı alamazlar. Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın o ilişki sürmelidir! 

İşte böyle ilişkilerde daha çok geçmiş tarvmalarımız, eksikliklerimiz, farkındasızlığımız hakim konumda bulunur. Ailemizde göremediğimiz ilgiyi, sevgiyi ararız çoğu zaman. Bu sevgi ve ilgi açlığıdır karşımızdakinin kısıtlamalarını ve baskılamalarını kabul etmemize ve bunları ilgi zannetmemize neden olan. Bazen aile içinde sürekli aşağılanmamız, görülmememiz, yok sayılmamız, başarılarımızın takdir edilmemesi, sürekli eleştirilmemizden sonucu aşağılık kompleksinden doğan narsist kişiliğimizle kendimize bir kurban seçeriz; bazense o narsist kişi tarafından kurban ediliriz. Bu ve benzeri birçok sebepten doğar patolojik bir aşk. Eğer bu kategorideyseniz ve bu yazıyı okuyorsanız, diğerlerinin söylediği gibi kaçın, canınızı kurtarın demeyeceğim, bunun çok zor olduğunu ve yapabilseniz zaten yapacak olduğunuzu çok iyi biliyorum. Size tek ve basit bir önerim var  lütfen kedinizi sevmenin bir yolunu bulun! İsterseniz bu konuda kitaplar alın sürekli okuyun, isterseniz gün içinde kendinizi sevdiğinize, yeterli olduğunuza dair olumlamalar yapıp zihninizi eğitin ama lütfen bir şey yapın! Çünkü ne siz, ne aileniz, ne ileride ya da hali hazırda o kişiden doğan ya da doğacak olan çocuklarınız bu ilişki içerisinde mutsuz bir şekilde var olup sonrasında sizin yaşadıklarınızın benzerini ya da daha kötüsünü yaşamayı gerçekten hak etmiyorlar, etmiyorsunuz.. 


Bunun yanında sağlıksız ve patolojik ilişkilerin boşuna var olduğunu düşünmüyorum. Travmalarımızla yüzleşmemiz ve şanslıysak onları aşabilmemizde en etkili araçlardan biridir böyle ilişkiler. Bu sebeple eğer böyle bir ilişkideyseniz ya da böyle bir ilişki başınızdan geçmişse dönüp neden bu ilişkiye bağımlı olduğunuza, neden ayrılamadığınıza ya da neden ilişkide kendinizi var edemediğinize, canınızın yanmasına rağmen neden hala orada bulunup sorunu sağlıklı bir şekilde tartışamadığınıza bir bakın derim. Orada öğreneceğiniz çok önemli şeyler mevcut olacaktır.

Sağlıklı aşka gelecek olursak, bu da sürekli bir mutlu olma hali değildir elbette. Bazen acılar yaşansa da o acıda bir anlam, bir farkındalık, iki kişinin de konuşarak birbirini anlayabildiği ve yeni bir şey öğrenerek bu acının içinden beraber geçtikleri, beraber olgunlaştıkları, ilişkilerini bir üst mertebeye taşıdıkları bir ruh halidir sağlıklı aşk. Bu aşkta herkes kendi olarak var olur, kimse kimseyi değiştirmeye, baskılamaya çalışmaz. İki taraf da birbirinin en büyük destekçisidir. Herkes birbirinin varoluşuna saygı duyar. İlişkide travmalar, eksiklikler değil sevgi, anlayış, farkındalık hali hakimdir. 

Kişiler birbirlerinin ve kendilerinin farkındadır. Kendinin ve karşısındakinin zayıf ve güçlü yönlerinin farkındadır ve bunları birbirine karşı kullanmaz, bu zayıf yönleri törpüleme gayreti içindeyken bunu karşı tarafa bildirir ve bu değişim sürecinde yanında olmasını, kendisine yardımcı olmasını ister. Ben öyle biri değilim, benim eksiklerim yok demek yerine kendinin de herkes gibi eksiklerinin, hatalarının olabileceğinin farkındadır ve hataları karşısında savunma yapıp üste çıkmaya çalışmak yerine bunları kabul eder ve ilişkide bulunduğu kişiden bu yönlerini değiştirmek için gerekirse zaman ister. 

Her şeyden ve birbirlerinden önce kişiler kendilerini severler. Kendilerini kabul ederler, eleştirmezler. Çünkü ancak kendini gerçekten sevebilen, onaylayan bir insan bir başkasını gerçekten sevip onaylayabilir. Kendini sevmek deyince bencillik, egoizm anlaşılmasın lütfen, çünkü kendini sevmek kesinlikle böyle bir şey değildir. Kendi varoluşunu onaylamaktır kendini sevmek, kendiyle sorunu olmamaktır, özüne güven duymaktır, özünün iyi olduğunu görebilmektir, özünü fark edebilmektir. Özünü fark etmek; bedenin, zihnin, öğrenilmişliklerin dışında bir benin olduğunu görebilmektir. Bunu görebilen insanlar koşulsuz, çıkarsız, beklentisiz, karşısındakinin özünü, belki travmalarını görüp onlara değerek, şefkat duyarak, sağlıklı bir sevgi var edebilirler.


Aşk, sevgi belkide dünyada var olan tek gerçektir. Her şey aşktan doğmuştur derler bazı bilgeler. Ben de öyle olduğuna inanıyorum. Tıpkı doğanın kendisi gibi aşkta da bir mücadele, bazen hırçınlık, sonra dingince bir akış, bazen yaprak dökümleri bazen içimizi ısıtan güneş ışıkları bazen de aşkla çoğalma arzusu vardır. Her şey aşkla çoğalır, aşkla birleşir doğada, ancak hiçbir şey kendi olarak var olmayı bırakıp bir başkasına dönüşmez. Aşk bütünlüğün içindeki küçük bir ayrılıktır. Bu noktada başka bir yazımda da bahsettiğim Halil Cibran'ın, Ermiş adlı eserinden aşk üzerine çok beğendiğim bir yeri tekrar sizinle paylaşarak yazımı sonlandırmak istiyorum:

"Birlikte doğdunuz ve sonsuza dek birlikte olacaksınız.

Birlikte olacaksınız, ölümün beyaz kanatları günlerinizi dağıtıp savurduğu saatte.

Elbette Tanrının sessiz benliğinde bile birlikte kalacaksınız.

Ama birliğinizde mesafeler olsun,

Göklerin rüzgarı dans etsin aranızda.

Birbirinizi sevin ama aşk pranga olmasın aranızda.

Ruhlarınızın kıyıları arasında hep dalgalanan bir deniz olsun aşk.

Birbirinizin kadehini doldurun ama aynı kadehten içmeyin.

Birbirinize ekmeğinizden verin ama aynı ekmekten yemeyin.

Birlikte şarkı söyleyip, dans edin ve eğlenin ama ikiniz de tek başınıza olun. Bir lavantanın aynı ezgiyle titreseler de birbirinden ayrı duran telleri gibi.

Kalplerinizi verin ama teslim almayın birbirinizin kalbini. Çünkü sadece hayatın avucundadır kapleriniz.

Birlikte saf tutun ama yapışmayın birbirinize, çünkü tapınağın sütunları da ayrı dururlar ve meşe ile selvi büyüyemez birbirinin gölgesinde."

Aşkla kalın.


You Might Also Like

0 comments