Öncelikle belirtmem gerekir ki uzun süredir ara verdiğim yazma eylemimi harekete geçiren ve beni çok etkileyen bir kitap oldu "Kadın".
Bazı kitaplar vardır ki eline alırsın, biraz başlarsın ve sonra durup ara verir, daha sonraki bir zamanda bir solukta içersin o kitabı. İlk eline aldığında bitiremezsin çünkü zamanı değildir belki. Belki onu kavrayabilmek için birtakım yaşanmışlıklara ihtiyacın vardır ve o zaman geldiğinde su gibi akar her satır. İşte bu kitap bana tam olarak bunları yaşattı.
Kitabı ilk elime aldığımda bundan birkaç ay öncesiydi ve kadına, erkeğe, aşka, ilişkilere bakış açım daha başkaydı. Dolayısıyla belki de kitabı o zaman okusaydım asıl anlatmak istediğini asla anlayamayacaktım. O sebeple elinize alıp, belki başlayıp, sonrasında okumayı sürdüremediğiniz kitaplar varsa biraz durun. Belki yaşanması gereken anlarınız vardır anlamak için..
Kitap içinde; evlilik, sevgi, ilişki, annelik, beden, zihin ve benzeri başlıklar üzerinden kadının benliğini ele alan bunu da soru cevap şeklinde gerçekleştiren bir eser. Ben makalemde tüm başlıkları değil, yalnızca çok ilgimi çeken ve bende ciddi farkındalıklar uyandıran bölümleri ele alacağım.
Başlamadan şunu da belirtmem gerekir ki bu kitabıyla birlikte Osho'nun birçok kitabını her ne kadar çok beğensem de elbette katılmadığım ve eleştirdiğim düşünceleri diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da mevcut, yeri geldikçe bahsedeceğim.
O halde hazırsanız başlayalım :)
Kitap şu soruyla başlıyor: "Bir erkek olarak kadın ruhu hakkında nasıl konuşabiliyorsunuz?"
Cevap: "Erkek olarak konuşmuyorum, kadın olarak da konuşmuyorum. Bir zihin olarak konuşmuyorum. Zihin kullanılıyor ama ben farkındalık, bilinç olarak konuşuyorum. Ve farkındalık ne erkektir ne de kadın."
Burada zihin ve bilinç arasındaki farkı bilmemiz gerekiyor. Zihin bizlere çocukluğumuzdan beri öğrendiğimiz ve çoğunlukla kendi benliğimize ait olmayan binlerce şey fısıldar. Bilinç ise zihnin adeta benlik eleğinden geçirilmiş halidir. Zihin öğrenilmişliklerimiz, bilinç ise zaten özümüzde hep var olandır ve bu öz dişilikten ve erillikten bağımsız saf bir farkındalık halidir. Bu sebeple bu saf bilinç haline erişmiş her birey dişilik ya da erillik ile ilgili söz hakkına sahip olabilir.
Kitaptaki bir başka önemli soru: "Kadın ve erkek arasındaki esas farkların neler olduğunu lütfen açıklar mısınız?"
Cevap olarak: "Kadın ve erkek arasındaki farklılıkların çoğu binlerce yıldır süren koşullanmaların eseridir." diyor Osho. Ancak kadın ve erkek arasında var olan birkaç doğal farklılıktan da söz edilebileceğini söylüyor ve ekliyor: "Öncelikle, kadın yaşam üretmeye muktedirdir, erkek ise değildir. Bu açıdan erkek daha aşağıdadır ve bu aşağılık duygusu erkeklerin kadınlara hükmetmesinde önemli rol oynamıştır."
Bu açıklama her ne kadar erkeği aşağılar nitelikteyse ve kitabın başlarında daha çok erkeğin yerildiği anlaşılıyorsa da, kitabı okumaya devam ettiğimizde asıl anlatılmak istenenin bu olmadığını görüyoruz. Asıl anlatılmak istenen kadında ve erkekte birbirlerine karşı doğal olarak bazı yönlerin üstün ve aşağı olduğu ancak erkeğin yüzyıllardır kendinde var olan niteliklerden ziyade kadında var olan üstünlüklere odaklanıp kadına hükmediyor olduğudur. Bu her ne kadar eril dünyayı kızdıracak olsa da karşı çıkılamaz bir gerçekliktir. Bununla birlikte kitabın devamına baktığımızda kadında ve erkekte var olan üstünlüklerin, hem kadın hem de erkek tarafından ölçüsüzce kullanılması durumunda her iki taraf için de olumsuz sonuçlar doğuracağından bahsettiğini görüyoruz ve bu noktada yalnızca erkeğin kadına hükmetmesi ya da kadının üstün olduğu durumların değil, kadının da ölçüsüzce kullandığında üstün olduğu durumların üstünlüğünü yitireceğini ve kadında da olumsuz bir imaj oluşabileceğine değindiğini görüyoruz. Kısacası kitaptaki amaç asla kadını daha üst niteliklerle donatıp erkeği yermek değil, her iki cinsin de mevcut niteliklerini ölçüsüz kullandıklarında olumsuz durumlar yaratabilecekleridir. Ancak şöyle bir detay da var ki, her iki taraf üstün niteliklerini en verimli ve ölçülü şekilde kullandığında kadının daha üstün, daha yaratıcı, daha özgün, daha sanatsal, daha varoluşsal ve kavrayışı yüksek bir konumda olacağını düşündüğünü de Osho'nun genel söylemlerinden çıkartabiliyoruz. :) Burada cinsiyetçi bir söylem varmış gibi görülebilir evet ancak gerçekten farkındalıklı, egosal benliğinden sıyrılmış ve saf bilinç halini almış bir erkek ya da kadın zihninin bunu cinsiyetçi bir yerden algılamayacağını düşünüyorum.
Tüm bu açıklamalarla beraber Osho'nun bu konuda verdiği cevaba gelecek olursak erkeğin kadına hükmetmesindeki tek nedenin kadının doğurganlığı ve üretkenliği olduğunu düşünmemekle birlikte bu düşünceye hak veriyorum. Belki bilimsel ya da doğal süreç bağlamında kanıtlanamaz bir tespit ancak psikolojik ve spiritüel anlamda yerinde bir tespit olduğu kanısındayım.
İlerleyen sayfalarda Osho, erkeğin de üretebilecek nitelikte olduğunu ancak ürettiği her şeyin cansız birer nesne olacağını ve hiçbir zaman kadın gibi canlı bir varlık meydana getiremeyeceğini, bu sebeple her zaman kendisini kadından aşağı gördüğünü söylüyor. Belki birçok kişi bu düşünceye katılmayacak ve elbette ben de bu düşüncenin eleştirilebilir yanları olduğunu kabul ediyorum ancak bir yerde hak vermeden edemiyorum. Erkek, çoğu zaman bilinçli olmasa da bilinçaltında böyle bir kompleks yaşıyor olabilir. Bununla birlikte Osho, kadının da artık çocuk dünyaya getirmemesi ve günümüzde erkeklerin yaptığı gibi üretkenliğini farklı boyutlara taşıması gerektiğini savunuyor. Bunun altında yatan sebep ise dünya nüfusundaki önlemez çoğalma! Dünyada yeterinde çocuğun mevcut olduğunu ve dünya standartlarının bir çocuk dünyaya getirip onu sağlıklı bir zihin olarak yetiştirmekte yetersiz kaldığını, dolayısıyla niceliksel bir yükselişten ziyade niteliksel bir yükselişin var olması gerektiğini savunuyor Osho. Bu noktada bazı kimselerin nitelikli insanların nitelikli çocuklar var etmesinin dünya standartlarında yükseliş oluşturabileceği gibi eleştirileri mevcut olabilir ancak çağımızdaki mevcut gerçekliğe baktığımızda durumun böyle olmadığını görüyoruz. Mevcut gerçeklikte kendisini var etmeyi başarabilmiş, bilinçli ve farkındalıklı bireylerin dünyaya çocuk getirmeyi düşünmediklerini ya da dünyaya getirecekleri çocuk sayısının oldukça düşük olduğunu, bununla birlikte böyle bireylerin dünyaya çocuk getirmekten ziyade kendi kişisel, mental ve ruhsal gelişimlerini öncelediklerini ve niceliksel artışın tam aksi yönde ilerlediğini gözlemliyoruz. Hal böyleyken yapılan bu eleştiri ne yazık ki uygulanabilir görülmüyor. Bu sebeple dünyaya çocuk getirmek ya da git gide çökerttiğimiz ekosistem yerine yeni dünyalar keşfetmekten ziyada mevcut dünyamızı nitelikli hale getirmenin daha faydalı olacağı kanısındayım ve Osho'ya bu noktada şiddetle katılmak durumundayım.
Kadın ve erkeğin nitelikleri arasındaki doğal farklılıkların neler olduğu kısmına gelecek olursak burada bilmemiz gereken en temel nokta kadının genel anlamda beyninin sağ lobunu erkeğinse sol lobunu kullanıyor olması. Erkek ve kadındaki niteliksel farklılıkların temelinde bilimsel olarak da kabul gören bu ayrımın olduğuna değiniliyor kitapta.
Peki beynin sağ lobunu kullananlarla sol lobunu kullananlar arasında ne gibi farklılıklar mevcut?
Beyninin sol lobunu baskın olarak kullananlar, yani erkekler, daha çok mantıksal matematiksel düşünebilen, pragmatik(faydacı), sonuç odaklı, analiz yeteneği yüksek bireylerken; beyninin sağ lobunu baskın kullananlar, yani kadınlar, daha sezgisel, duygusal, görsel ve sanatsal yönü ağır basan, süreç odaklı, olayları analiz etmek yerine daha bütünsel bakabilen bireylerdir.
Görüldüğü üzere iki cinsin de birbirinden farklı üstün nitelikleri mevcut. Ancak Osho, kadında var olan niteliklerin doğru ve ölçülü kullanıldığında hakiki mutluluğa ulaşmada erkeğe oranla daha üstün olduğunu belirtiyor. Burada bir nebze cinsiyetçilik işin içine karışıyor. :) Ancak erkeğin yüzyıllardır egemen olduğu dünyadaki mutsuzluğa ve medeniyet bazındaki ilerlemeyle birlikte ruhsal anlamdaki gerilemeye şahit oldukça bu cinsiyetçi ayrıma katılmıyor da değilim. Elbette bu problemler karşısındaki nihai çözüm cinsiyetçi bakış açısıyla anaerkil bir düzen kurmak değil, eril ve dişil enerji arasında bir denge oluşturmak olacaktır ki Osho da bunu savunuyor zaten. Burada kadını yüceltmesinden maksat ataerkil düzene, kadındaki dişil enerjiyi baskılayıp eril enerjiyi açığa çıkararak meydan okumanın yanlışlığını savunmak.
Evet, yukarıdaki cümlemden de anlaşılacağı üzere Osho, Batı'da başlatılan kadın özgürlüğü hareketine karşı bir şahıs. Bunun sebebi kadının özgürleşmesine karşı olması değil elbette, kadının dişil özelliklerini yok sayıp kendisini erilleştirerek özgürleşmesine karşı olması. Kadın; kadın olarak, nezaketini, zarafetini ve dişilliğini kaybetmeden özgürleşmeli, bunun dışındaki bir özgürleşme ancak sözde bir özgürleşme oluru savunuyor ve ben de buna fazlaca katılıyorum. Bu noktada kadının, eril dünyayla savaşmak yerine mevcut kadınsı özelliklerini kuvvetlendirmesi gerektiğini belirtiyor. Çünkü savaşmak, nihai anlamda düşmana benzemeyi gerektirir! Ve kadın erkekle savaşmayı seçtiğinde erkeğe benzemek zorundadır. Düşmanını ancak onun yöntemlerini bilerek ve kullanarak alt edebilirsin. Bu yönüyle kadın, özgürleşmek isterken kadınlık özelliklerini yitirecek ve nihayetinde kendi kedisini tutsak edecektir.
Kadın ve erkeğin farklı üstün özelliklerinin neler olduğu hakkında bahsettik, peki her iki taraf da kendilerinde var olan bu özellikleri ölçülü bir biçimde kullanmazsa ne olur?
Osho bu noktada kadının aşırı derecede kıskanç, duygusal ve mantıksız davranabileceğinden; erkeğinse aşırı kontrolcü, kuralcı ve baskıcı olabileceğinden bahsediyor. Günümüzde kadın erkek ilişkilerine baktığımızda bu ölçüsüzlüğü yakından görmek mümkün değil mi? Birçok evlilik bu sebepten ve kültürel birçok öğrenilmişlikten dolayı resmi olarak bitmese de fiili anlamda bitmiş görünüyor. Evlilik demişken Osho'nun evlilik kurumu hakkındaki fikirlerine de değinmeden edemeyeceğim.
Osho evlilik kurumunun yanlış bir fikir olduğunu savunuyor ancak bu evliliğe karşı olmasından ziyade kurumsal bir evliliğe karşı olmasından kaynaklanıyor. Devletin, kişileri birbirine mahkum ettiğini ve kişiler birbirinden ayrılmak istese dahi boşanma şartlarının bu isteği zorlaştırdığından bahsediyor. Hatta savunduğu bir düşünce var ki, buna ben de şiddetle katılıyorum, boşanmanın değil evliliğin zorlaştırılması gerektiği fikri!
Günümüzde baktığımızda evlenmek için ciddi şartlar aranmazken, anlaşmalı boşanmalar dışında, boşanmak için ciddi gerekçeler aranıyor. İnsanlar birbirlerine olan sevgi ve aşkları bittiği için de boşanamazlar mı? Bir kadın ya da erkek, karşı cinse "artık sana karşı yoğun duygular beslemiyorum ve bu şekilde bir birliktelik sürdürmek bana acı veriyor." gibi bir gerekçe sunup birlikteliği sonlandıramaz mı? İllaki şiddetli geçimsizlik, ihanet ve benzeri durumlar mı olmak zorunda birlikteliğin sonlanması için? Günümüzde ne yazık ki evet! Birçok kadın ve erkek ciddi bir gerekçe sunamadıkları, sunsalar dahi karşı tarafın boşanmak istemeyişi ve buna bağlı olarak mahkemenin uzaması gibi durumlar sebebiyle mutsuz bir evliliğe mahkum kalmak durumunda. Bu şekilde mutlu bireyler ve mutlu bir dünya hayali ancak bir ütopyadan ibaret kalmaz mı?
Osho kadın ve erkek arasında günümüzde var olan savaşın, mutsuzluğun, anlaşmazlıkların büyük bir nedeni olarak evlilik kurumunu hedef alıyor. Kişilerin, gerek hukuksal gerek toplumsal birçok baskı ve zorlama sebebiyle birbirine mahkum edildiği bir sistemi şiddetle eleştiriyor.
"Bana niçin erkekler ve kadınlar arasında dostluğun mümkün olmadığını soruyorsun. Dostluk, toplumun, medeniyetin, kültürün esaretinden tamamıyla özgürleşmiş, yalnızca kendi özgün doğasına göre yaşayan eşit insanlar arasında kurulur."
Osho bu noktada boşanmanın değil evliliğin zorlaştırılması, ya da evlilik diye bir kurumun hiç olmaması gerektiğini savunuyor ve bir yerde epey haklı sayılmaz mı? Evlilik kurumunun hiç olmaması kişilerin haklarının korunabilmesi açısından şu anki dünya düzeninde elbette zor ancak evliliğin zorlaştırılmasını mümkün görüyorum. Bireyler evlenmeden hatta en önemlisi çocuk dünyaya getirmeden belli standartları karşılıyor olmalı, bu anlamda sağlıklı ilişki kurmayla ilgili eğitimlere katılmalı, kültürel evlilik bakış açısından kurtulup evliliğin iki bireye özgü olduğunun farkına varmalı, belki birtakım testlerden geçilmeli ve ancak bu ve benzeri şartları sağlayanların evlilik birliği oluşturmalarına izin verilmeli. Ancak tüm bunlardan da önemli ve öncelikli olan toplumdaki bireylerin kendilerine yetebilen, kendilerine öz sevgi ve saygıları olan, ufku geniş, kendinden vicdanlı ve mutlu bireyler olarak yetiştirilmesi. Zaten bireylerin bu şekilde yetiştiği bir toplumda evlilikler de boşanmalar da hiçbir zorluk çıkmadan sürdürülebilir ve sonlandırılabilir. O zaman birliktelikler bir zorunluluk ve savaş halinden çıkıp mutluluk dolu bir dans şölenine dönüşebilir.
Bu noktada evliliğin sevgi ve aşkı öldüreceği sonucu çıkarılmamasını rica ederim. Osho'nun da kitapta söylediği gibi: "Ben sevgi evlilik tarafından yok edilir demiyorum. Sevgi, sevmeyi bilmeyen insanlar tarafından yok edilir." Karşı olunan evlilik değil, kültürel, toplumsal, hukuksal kurallar tarafından şekillendirilen evlilik. Yoksa kendilerini bir birey olarak var edebilmiş iki insanın evliliği yüksek ihtimalle olumsuz sonuçlar doğurmayacaktır.
Kitapta değinilen konulardan bir diğeri ise sevgi. "Sevgi nedir?" diye soruluyor Osho'ya. Cevap olarak insan sayısı kadar sevgi olduğunu söylüyor Osho. "Sevgi en alt basamaktan en yüksek olana, cinsellikten süperbilince doğru bir hiyerarşidir." diye de ekliyor. Sevginin en alt basamağının politik, en üst basamağının ise dini bir bilinç olduğundan bahsediyor.
"İsa'nın 'Tanrı sevgidir.' derken kastettiği şey budur. Ben sana diyorum ki sevgi Tanrı'dır. Tanrı unutulabilir ama sevgiyi unutma çünkü seni Tanrı'ya götürecek olan sevginin arındırmasıdır. Eğer Tanrı'yı tamamıyla unutursan hiçbir şey kaybetmezsin. Ama sevgiyi unutma; çünkü sevgi köprüdür. Sevgi bilincindeki dönüştürücü değişim sürecidir."
Ve paylaşmak için önce sahip olman gerek diyor Osho, sevmeden önce sevgiyle dolu olman, sevginin senden taşması gerek diyor. Sevginin herhangi bir nesneye bağımlı olmadığını söylüyor ve ekliyor:
"Sevgi, nefes almak gibi olmalıdır. O, sadece sendeki bir nitelik olmalıdır; nerede, kiminle olursan ol, hatta tek başına da olsan sevgi senden taşmaya devam eder. Bunun birisine aşık olmayla bir alakası yoktur, bunun aşk olmakla bir alakası vardır."
Burada muazzam bir bakış açısı mevut. Sen, sevebilen, sevgiyle dolu, en başta kendine sonrasında evrene sevgiyle bakabilen bir birey olmadıkça, sevgiyi yalnızca bir bireye, bir nesneye duyulan bir duyguya indirgedikçe hakiki sevgiyi tadamayacaksın der gibi adeta. İçinde öfke, kin, nefret varsa nasıl sevebilirsin? Henüz kendini sevmiyorken bir başkasına nasıl derin bir sevgi besleyebilirsin? Sevgi öncelikle sende bir erdeme dönüşmeli ki onu hakiki anlamda kavrayabilesin.
Kitaptaki bir diğer soru ise: "Niçin ilişki kurmak bu kadar zor?"
Cevap: "Çünkü henüz olmadın. Manevi bir boşluk içindesin ve birisi ile ilişki kurarsan er ya da geç boşluğun ortaya çıkacağı korkusu var. O yüzden insanlarla arana mesafe koymak sana daha güvenli geliyor, en azından varmışsın gibi yapabilirsin."
Kişi kendini tanıyıp kabul etmedikçe, kendinde bulunan olumsuz yanları kavrayıp onlarla bir barış haline girmedikçe nasıl bir başkasıyla ilişki kurabilir. Böyle olunca kişi karşı tarafın onun kusurlu ve eksik yanlarını görmesinden sürekli olarak korkacağı için samimi bir birliktelik oluşturamaz, dolayısıyla karşı tarafla bir ilişki kuramaz ya da kurmakta zorlanır. Çünkü bu kendini ele vermek olacaktır ve kişi güvenli alanından çıkmak istemez, samimi, sevgi dolu bir birliktelik kurmak yerine güvenli alanında kalmayı tercih eder ve neticede mesafeli, soğuk bir tanışıklık kalır geriye.
"Gelişme özlemin ne kadar büyükse kabullenilmesi gereken tehlike o kadar çoktur. Gerçek insan tehlikeyi yaşam tarzı olarak, gelişim ortamı olarak kabul eder."
Gelişmek için en büyük sınav belki de bir insanı sevmek ve ilişki kurmak olacaktır. Çünkü bir insanı gerçekten sevip ilişki kurduğunda aydınlık, karanlık tüm yanlarını, tüm benliğini ona açmış olacaksın ve o insan bir nevi senin aynan olacak. Ona baktığında kendini göreceksin ve gelişmek için en büyük adım kusurlarınla yüzleşebilecek cesarette olman değil midir?
Osho ilişki kurmayı kitapta çok güzel bir örnekle açıklamış:
"İki insan buluşur ve bunun anlamı iki dünyanın buluşmasıdır. Bu basit bir şey değildir. Çok karmaşıktır, en karmaşığıdır. Her insan kendi başına bir dünyadır, uzun bir geçmişi, sonsuz bir geleceği olan karmaşık bir gizemdir. Başlangıçta yalnızca çeperler buluşur. Ancak eğer ilişki mahrem bir hal alırsa, yakınlaşırsa, derinleşirse o zaman merkezler buluşmaya başlar. Merkezler buluştuğunda buna aşk denir. Çeperler buluştuğunda bu bir tanışıklıktır."
Devamında çoğu kişinin tanışıklığı aşk zannettiğinden bahsediyor ve yıllarca birlikte yaşamış karı kocaların bile sadece tanışmış olabileceğini söylüyor. Merkezlerin birbirine değmesine engel olan en büyük şeyin yukarıda da bahsettiğim gibi korku olduğunu anlatıyor. Ancak korku dolu olmadığında bir kişiyi merkezine alabilirsin, diğer türlüsü tanışıklıktan öteye geçemeyecektir..
Kitabın ilişki kısmında ilişkiden biraz bağımsız ancak alakalı olan bir konu var ki değinmeden geçemeyeceğim kadar çok etkiledi beni. Osho ateizmin sevgisizlikten kaynaklandığından bahsediyor! "Ne zaman doyumsuzsan Tanrı'yı reddetmek istersin. Ne zaman mutsuzsan tüm benliğin 'Tanrı yoktur.' demek ister. Ateizm mantıktan değil, tatminsizlikten ortaya çıkar." diyor Osho ve o kadar derin ve önemli bir noktaya parmak basıyor ki bu cümlesiyle etkilenmemek mümkün değil. Belki bu noktada ateist olan bazı kesimler bana kızacak olsa da düşüncelerimi paylaşmaktan geri duramayacağım. Çevremde ya da sosyal medyada ateist olduğunu belirten insanlara baktığımda gerçekten de yüzlerinde, auralarında bir mutsuzluk, sevgisizlik, tatminsizlik sezinliyorum. Bu elbette ispatlanabilecek bir durum değil yalnızca bir sezgi.. Çünkü insan gerçekten içinde bir sevgi taşıdığında, sevgiyle var olduğunda daha yumuşak, daha ılımlı, daha az radikal olma eğiliminde gözlemlerime göre. Bu sebeple sevebilen bir insanın ruha, maneviyata, belki bir Tanrı'ya, belki de var olan sevgi dolu bir enerji yumağına inanmıyor olmasını pek mümkün göremiyorum. Çünkü sevgi bir yerde anlamlandırmaktır hayatı, insanı, ilişkileri.. Anlam yüklemeden sevemezsin hiçbir şeyi ve sevgiyle dolu bir kişi en başta kainatı anlamdırmak isteyecektir diye düşünüyorum. Bu elbette benim şahsi düşüncem, farklı düşüncelere de yürekten saygı duyuyorum.
Buraya kadar kadın ve erkek arasındaki birtakım doğal farklılıklardan, sevgiden ve ilişkilerden bahsettim. Kitapta her bir konuya ayrı ayrı değinmiş ve benim değindiğim konular dışında da birçok farklı başlık mevcut ancak ben başta da bahsettiğim üzere birkaçına değinmek istiyorum ve değinmek istediklerimden sonuncusu: yaratıcılık.
"Yaratıcı kadınlık hakkında konuşabilir misiniz? diye soruluyor Osho'ya ve buna cevap olarak Osho, yaratıcılığın senin kadın ya da erkek olmanla ilgilenmediğini söylüyor, eğer içinde bir yaratıcılık hissediyorsan bunu yapman gerektiğine vurgu yapıyor. Bununla birlikte soru soran taraf sanat gibi yaratıcı bir uğraşın sevgiden doğduğunu ve artık fetih edilmesi gerektiğini belirtiyor ancak Osho buna şiddetle karşı çıkıyor. Yaratıcılığın sevgiyle bir ilgisi olmadığını aksine sevgi varsa yaratıcılığın olamayacağını söylüyor. İlginç değil mi?
Kitapta daha çok beni etkileyen ve farkındalık uyandıran noktalara değineceğimi belirtmiştim ve bu beni ciddi ölçüde şaşırtan noktalardan sonuncusu oldu.
"Eğer gerçekten bir şey yaratmak istersen sevgiyi de düşünme. Çünkü sevgi o kadar tatmin edici, o kadar çok doyurucudur, o öylesine bir mucizedir ki şiir yazmayı kim ister ki? Şiir yaratmış, resim yaratmış, heykel yaratmış erkek ya da kadın tek bir aşıkla karşılaşmadın. Bunun tek nedeni onların son derece mutlu olmalarıdır. Tüm bu yaratıcı şeylerin memnuniyetsizliğe, kapamak zorunda olduğun bir yaraya ihtiyacı vardır."
Bu paragrafı ilk okuduğumda kişinin gerçekten sevgi duyduğunda ciddi bir tatmin ve doyum yaşayacağından yaratma isteğinin açığa çıkmayacağını anlamıştım ancak üzerine tekrar tekrar düşündüğümde yaratma isteğinin sevgi duymamaktan değil sevgiyi doyasıya yaşayamamaktan açığa çıktığını fark ettim. Bilmiyorum belki de ilk düşüncem doğrudur fakat gerçekten sevmeyen insanın sevgiye, aşka dair var olan o muazzam şiirleri, besteleri oluşturabileceğine pek inanmıyorum. Hissetmeyen var edemez! Bu sebeple ben ikinci görüşe katılıyorum. Geçmişten bugüne sanatsal anlamda en iyi diyebileceğimiz işlere baktığımızda da bunu görebilmek mümkün aslında. En derin, en anlamlı eserleri en çok hisseden ve en çok acı çekenler var etmemiş mi?
Tüm bunlarla birlikte yaratıcılık hakkında kadının üstün bir varoluşunun olduğunu belirtiyor Osho kitapta ve şöyle söylüyor: "Bir kadının enerjisi çocuk doğurmaktan tamamıyla özgürleştiğinde daha büyük Buddhalar yaratabilir. Niye? Niçin? Çünkü o erkekten çok daha yaratıcı bir güçtür."
Burada kadının doğurgan doğasına sesleniyor aslında. Yaratmanın üremekle ilgisi olmadığını, üremenin bilinçsiz bir eylemden ibaretken yaratıcılığın bilinçli bir eylem olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Kadın bir kez üremenin gereksiz yükünden özgürleştiğinde herhangi bir erkekten daha güçlü bir şekilde yaratabilecektir çünkü şayet o bir çocuğu doğurabiliyorsa niçin güzel bir müziği doğuramasın?"
Sonuç olarak görüyoruz ki kadın; sezgisel, duygusal zekası baskın, irrasyonel, sanatsal ve yaratıcı yönü aktif olan ve bu sebeplerle mantıksal matematiksel zekası baskın, rasyonel, sonuç odaklı erkek zihni tarafından mevcut dünya düzeninde şimdiye kadar kendine güçlü bir yer edinememiş ancak bir gün erkek zihniyle savaşmayıp yalnızca var olan özelliklerini ön plana çıkararak bunu başarabildiğinde dünyayı mevcut konumundan çok daha üst seviyeye çıkarabilecek bir varlık.
Unutmayın, dünya dişil ve erilin savaşıyla değil, ancak ahenkli uyumuyla var olabilecektir.
Bu makaleyi kadınlar gününde yayımlamayı planmıştım ancak mümkün olmadı. Yine de makalemi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü şerefine kadınlığın doğasını unutmamış ve kendisini var etme gayreti içinde olan tüm güzel kadınlara armağan ediyorum.
Sevgiyle kalın.
Rumeysa Yıldız